Renkler


Kız çocuklarının ilk aşkları babalarıdır derler ya hani... İşte o tam olarak öyle değil bence. Benim ilk aşkım dedemdi. Karizmatiktir, yakışıklıdır, bir kere gözlerinin içi güler, hayatı ve o hayatı yaşamayı çok sever.  Her sabah mutlaka birimizle uğraşmadan durmaz sonrada hepimizi kahkahalara boğar, en kötü günü bile neşeli hale getirir... Yani getirirdi.


Hayat bazen bize karşı çok acımasız davranmıyor mu? Öyle ki bizden kıymetlilerimizi öyle bir çekip alıyor ki, biz hala onları anlatırken geçmiş zamanı kullanamaz oluyoruz.


Küçükken dedemin ardından geçmiş zamanı kullanacağım hiç aklıma gelmezdi, o süper kahraman gibiydi benim için.  Dedem gittiğinde on sekiz yaşındaydım. Üniversite için başka bir şehirde ayaklarım üzerinde durmaya çalışırken bir yandan da yürümeyi öğreniyordum.  İşin ilginci yine destekçim dedemdi, bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soran, seni seviyorum dediğimde en içten karşılığı bana veren de oydu.  Sonra bir gün dedem hiç yapmadığı bir şey yaptı. Nasıl olduğumu sormadı, nasıl olduğunu anlatıp beni eve çağırdı. Sanırım gerçek anlamda korkuyla ilk tanıştığım an oydu.  Dedemi kaybedeceğimi biliyordum. Bunu biliyor olmak canımı yakmış, üstelik bunu düşüldüğüm için kendime öfkelenmiştim de.


Harika bir son gün geçirdik, onu gördüğümde iyileştiğine neredeyse emindim. Kendindeydi, yine şakalar yapıyor gençken yaptığı muzurlukları anlatıyordu.  Ertesi gün onu kaybettim.  Kendimi şanslı sandığım tek bir an var. Onla ilişkimizde son kez ona seni seviyorumdediğimde karşılığını alabilmiş oluşum. Ondan duyduğum son sözler için minnettarım. 


Sonrası karanlık…


Herkes okula dönmemi bekliyordu, kendime gelmemi ayağa kalkmamı istiyorlardı. Bense yataktan çıkacak gücü bile kendimde bulamıyordum.  Günlerce ağlamanın tek iyi yanı bir süre sonra gözünde akacak yaş kalmıyor oluşu sanırım.  


Dedemlerin bahçeli küçük bir yazlık evi vardı, bizimkiler gidişatımdan korkmuş olacaklar ki beni apar topar oraya götürdüler.  Yatakta yatmak yerine farklı olarak yaptığım tek şey bahçedeki hamakta yatmaktı.  Ama yine de içimde değişen hiçbir şey yoktu. Kalbim sıkışıyor her sıkışmasında ben üzerine bir kilit daha atıyordum.  İşin kötüsü evin her tarafından dedeme ait bir şeyler çıkıyor, sanki artık burada olamayacağını haykırıyordu bana.


Bir sabah bahçeden gelen hışırtılı sesle yatağımdan fırlayarak uyandım. Sanki dışarda birini gırtlaklıyorlardı. Dışarda adeta kıyamet koparken bizimkilerin hala nasıl uyduklarını düşünerek kendimi aceleyle bahçeye attım. Görünürde kimse yoktu,  bir ağacın ucunda bekleyen birkaç kedi dışında. Bu hayvanların o sesi çıkarmaları imkânsızdı. Kaçan uykumla birlikte bir  bardak su alıp bahçeye döndüğümde geriye kedilerden de bir iz kalmamıştı.  


Sonra onu gördüm…


Ağacın tepesine parlayan bir çift çimen yeşili göz.   Korkuyla açılmış ve etrafı izliyor bir çıkış yolu arıyordu. Çok küçüktü,  çok korkmuştu, o da benim gibi bir çıkış yolu arıyordu. Küçükken o ağacın tepesine nasıl tırmandığımı düşünmeye başladığımda içimde bir sıcaklıkda başlamıştı.  O gün o ağacın tepesine nasıl tırmandığımı hatırlamıyorum.


Çok net hatırladığım başka bir şey var ama; ağacın tepesinden inemeyişimi ve o yavru kediyle birlikte azan kedi alerjimi. Nihayet bizimkilerden biri uyandığında güneş doğmuştu. Babamın telaşla bahçeye koşuşunu ağacın tepesinde beni görünce hem korkuyla, hem de şaşkınlıkla açılan gözlerini bugün bile çok net hatırlıyorum. 


Kucağımda yavru kediyle birlikte bir şeklide ağaçtan inmeyi başardığımda burnum alerjiden davul gibi olmuştu.  Herkes kediyi bırakmam için dil dökerken ben çoktan hazırlanmış, kediyi de hazır etmiş arabaya kurulmuştum.


“İnadın. Aynı deden.” demişti babam arabayı kullanırken.


Veteriner kedinin durumunun iyi olduğunu söylemiş gerekli aşıları yapmıştı.  Bekleme odasında kediyi beklerken babamla asla kuramadığımız o bağın ilk düğümünü attığımızı hissetmiştim.


“Onu özlüyorsun değil mi? Ben de çok özlüyorum. İkinizin kendinize has o dili kullanışınızı ve sanki sizden başka hiç kimse yokmuş gibi davranışlarınızı her zaman kıskandım. Sen benim kızımsın evet, ama benden çok ona benziyorsun. Bu beni çok mutlu ediyor, çünkü ben hiçbir zaman ona benzeyemedim.  Ama şu son birkaç aydır bana benzemeye ve neşeni kaybetmeye başladın. Bu beni korkutuyor. Ben sıkıcı bir adamım bildiğim tek renk gri ama sen ve deden gibi insanlar hayatın tüm renklerini bilirler, bunu kaybetme.” Duyduklarım uzun zamandır akmayan gözyaşlarımı harekete geçirmişti.  Kalbimdeki kilitlerden birinin açıldığını hissetmiştim.


Nihayet okula dönmeyi başardığımda bu kez yalnız değildim.  Pamuk’ta yanımdaydı, ufak bir ev tutmuş her şeye sıfırdan başlamıştım. Pamukla geçen her gün o biraz daha büyüyor şımarık bir kıza dönüşüyor, bense iyileştiğimi içimin ısındığını hissediyordum. Hayatımızın on iki yılını geçirdik bu şekilde, o büyüdü, o büyüdükçe ben iyileştim, hayatın daha farklı renklerini keşfetmeye başladım.  

 

Yazar Notu: Hikayesini öyküleştirmeme izin veren canım arkadaşıma, teşekkürlerimi sunuyorum.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yük veya Ev

Kalan