Kayıtlar

öykü etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

Yük veya Ev

Resim
Günlerdir evdeydi m. Gerçi  tüm dünya benimle aynı durumdaydı.  Üstelik o kadar uzun süredir neredeyse nefes almayı unutacak kadar çalışıyordum ki ;  ne yeni çıkan kitapları okumaya fırsat bulabilmiş ne de sinemaya gidebilmiştim. Evde olmak benim için bulunmaz bir nimetti ancak maalesef öyle olmadı. Sürekli gözüme sokulan kaydırmalı linklerden, aynı şeylerin farklı versiyonlarını görmekten de sıkılmıştım.   Sanki dünyaya bir bomba atılmış yazarlar ve yönetmenler bir hastalığa tutulmuştu. Ne okuduğum ne de izlediğim şeylerde beni tatmin edecek bir son ya da başlangıç vardı. Üstelik tüm bu saçmalık yetmezmiş gibi bir hafta önce henüz açılmamış koliler le dolu bir oda  bulmuştu m . Bu eve taşınalı nerdeyse bir sene  belki  daha bile fazla olmuştu.  Nasıl fark etmemişti m  koca bir odanın açılmamış eşyalarla dolu o lduğunu. Başlarda bu durum hoşuma gitmiş kendim e bir uğraşı bulduğu m  için sevinmişti m . Ancak sonrasında  evi içinde eşyalarla birlikte ateşe vermek  isteği doğmuştu içimde

Renkler

Resim
Kız çocuklarının ilk aşkları babalarıdır derler ya hani ...   İşt e o tam olarak öyle değil bence. Benim ilk aşkım dedemdi. Karizmatiktir, yakışıklıdır, bir kere gözlerinin içi güler, hayatı ve o hayatı yaşamayı çok sever.  Her sabah mutlaka birimizle uğraşmadan durmaz sonrada hepimizi kahkahalara boğar, en kötü günü bile neşeli hale getirir. ..  Yani getirird i. Hayat bazen bize karşı çok acımasız davranmıyor mu? Öyle ki bizden kıymetlilerimizi öyle bir çekip alıyor ki, biz hala onları anlatırken geçmiş zamanı kullanamaz oluyoruz. Küçükken dedemin ardından geçmiş zamanı kullanacağım hiç aklıma gelmezdi, o süper kahraman gibiydi benim için.  Dedem gittiğinde on sekiz yaşındaydım. Üniversite için başka bir şehirde ayaklarım üzerinde durmaya çalışırken bir yandan da yürümeyi öğreniyordum.  İşin ilginci yine destekçim dedemdi, bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soran, seni seviyorum dediğimde en içten karşılığı bana veren   de oydu.  Sonra bir gün dedem hiç yapmadığı bir şey yaptı.  Nasıl

Kalan

Resim
Kaç yıl olmuştu onu görmeyeli? Beş mi? Altı mı? Yaşlanmış mıydı acaba? Kaz ayakları gözlerinin yanındaki yerini almış mıydı? Yeşil gözleri hala hüzünle mi bakıyordu yoksa nihayet aradığı huzuru bulmuş muydu?   Bensiz mutlu muydu? Aynadaki yansımam onsuz mutsuz olduğumu haykırıyor gibiydi. Üzerime tam oturan askılı kırmızı elbisemin beni ne kadar güçlü ve güzel gösterdiğine odaklandım. Henüz yeni boyattığım sarı saçlarım hafif dağınık bir topuzla ensemdeki yerini alırken kusursuz görünüyordum. “Mükemmel görünmelisin.” dedi içim. “Ne kaybettiğini görmeli.” dedi içimden başka bir ses.   Doğru ya terk etmişti beni, ne demişti giderken; “Yeni bir hayat istiyorum. Her şeye yeniden başlamak istiyorum.” Gözlerinde her zaman ki o hüzünlü bakış yoktu belki de ilk defa ne istediğini biliyordu.     “Amerika’ya gitmek benim için büyük bir fırsat olacak, düşünsene hep o hayalini kurduğum yerde olacağım.” İnsan bir ülkeyle nasıl savaşır? Savaşamaz, yeni bir hayat fırsatı yakalamıştı, beni

İki Lira

Resim
Bu bayramda uzun süredir her bayramda olduğu gibi yalnız uyandım. Eskiden işler böyle yürümezdi. Haftalar öncesinden başlanan bayram temizliğinde ablamla elimize tutuşturulan toz bezinden nefret eder ,  kaytarmanın bir yolunu arar dururduk. Bu telaşımıza kısacık bir ara verildiğinde bize mükâfat gibi gelen bayram alışverişine çıkardık. Ablam her sene aynı kırmızı ayakkabılar için tuttururken ben   de masanın altına saklanıp kilolarca Ece çikolatası yiyeceğim sabahı iple çekerdim.  Bayram sabahı babam; Bu gün bayram şarkısını söyleyerek ablamla beni uyandırmak için sabahın en erken saatinde jilet gibi takım elbisesiyle girerdi odamıza. “Baba ne olur beş dakika daha.”  yalvarışla rımızın sonu gelmek bilmez ,  annem odaya gelmeden kalkmanın o sıcacık yatakları bırakmanın yolunu arar dururduk. Nihayetinde bunu beceremediğimizden annem odaya girdiği anda zıpkın gibi dikilmiş olurduk yatakta. Babam bu halimize gülerken annem yalandan olan öfkesini yüzünden siler her  bayram  yaptığı gibi biz

Süreyya

Resim
Siz beni tanıyorsunuz aslında… Yanılıyorsunuz. Siz sadece her sabah ekranda gördüğünüz görüntümü biliyorsunuz. Ben, o değilim. Bu gün bir konuğum yok, size kendi hikâyemi anlatacağım. Yayına hazırlanmadan iki dakika önce öğrendim ki babaannemi kaybetmişim. Siz güler yüzlü olduğuma bakmayın gülerken insan nasıl ağlar çok iyi öğrendim. Ben Süreyya Koçan. Üç yaşında annesi ve babası tarafından terkedilmiş bir çocuğum. Evet, çocuğum çünkü büyümek için hiç şansım olmadı. Önce ananem ve dedem almış beni yanlarına… Onları hayal meyal hatırlıyorum aslında, onları kaybettiğimde dört yaşındaydım. Artık yavaş yavaş yaşananları fark ediyordum. Ev kalabalıktı insanlar bağıra çağıra ağlıyor birbirlerine sarılıyorlardı. Kimse bana sarılmadı, kimse bana ne olduğunu anlatmadı. Ev kalabalıktı… Sonra biri elimi tutu, yaklaşık yarım saat öncesine kadar da hiç bırakmadı. Artık ellerimi tutacak kimsem kalmadı. Artık büyümem gerek, büyüyebilmek için anlatmam gerek… Ben Süreyya Koçan… Hiç kimsenin s

Merde

Resim
Kafenin kapısının açılmasıyla soğuk havadan ürpererek kahvemden bir yudum aldım. İçeri giren dört kadın da çok şık ve bakımlılardı, tam karşımdaki masaya otururlarken ellerinde “Dört Çarpı Otuz Eşittir Sıfır” isimli yeni yazdığım kitabı gördüğümde bende kitabımın arkasına gizlenip onları izlemeye koyuldum.   Bir zamanlar bende onlardan biriydim... Altı ay kadar önceydi. Her zamanki gibi yine erken gelmiştim, ajandamı kurcalarken bir yandan da ufak ufak notlar alıyordum. Yoğun bir gün olacaktı kızlarla kahvaltıyı hızlıca aradan çıkartıp editörümün verdiği notları inceleyip düzeltmeleri halletmeliydim. Telefonuma gelen bildirimle işle ilgili her şeyi bir kenara bırakıp İnstagram yorumlarıma cevap yazıp beğenililerimi kontrol ediyorum.   Hayat resmen burada yaşanıyor, gerçek hayatın pekte gerçekliği kalmamıştı. Kızlar masaya kurulup İnstagram profillerini güncellerken ben de ajandamda son kontrollerimi yapıyorum. “Cansın’cığım hala mı ajanda kullanıyorsun, telefonunu kullanmasana aj

Seni Özledim

Resim
Birinin elini tutmak hiç bırakmayacağımız anlamına gelir mi? Peki, ya bir kez bıraktıysak… Yeniden o eli tutmak mümkün olur mu? Onu ilk gördüğümde on yedi yaşındaydım. Okulun haylaz ve yakışıklı çocuğuydum. Pek çok kız arkadaşım olmuştu. Basket takımının kaptanı olmakta popülaritemi arttırmıştı. Sahip olduğum ve üstüme yapışmış pek çok etiketim vardı. Yüzüne düşen kumral kâkülleri takip eden saçlarını kırmızı bir kurdele ile süslemişti. Üzerinde çilek desenli pileli beyaz bir elbise vardı. Yan flütünden çıkardığı her bir nota üzerime yapışan etiketleri birer birer söküp atarken ruhumun derinliklerine ufak izler bırakmıştı. Seyircisine selam verdiğinde insanları iterek sahneye doğru koşmaya başlamıştım.   Karşısında bir anda beni görünce şaşkınlıktan kocaman açılmış bal rengi gözleri ile bana bakmıştı. “Merhaba…”   Kendime ufak bir soluklanma molası verirken kafamda kulağa aptalca gelmeyeceğini düşündüğüm etkileyici o ilk cümleyi arıyordum. Elini bana doğru uzatırken,   gözleri gülümsem

Can’a

Resim
Can; Bakmakla görmek arasındaki derin uçurumu bana sen öğretmiştin, beni körlüğümden kurtaran sendin tıpkı yaşama arzusunu içime akıttığın gibi görmeyi de sen öğretmiştin. Ben vazgeçmenin bir şeye sahip olabilme gücünü yeni keşfediyordum o günlerde kim bilir belki bende sana bunu öğretmişimdir, bizden vazgeçerken tereddüt etmeme nedenin buydu belki de… Her neyse… Sabahları koşarken taktığım güneş gözlüklerine bakar  yüzünü ekşitirdin; “Doğayı hissetmek yerine şu karanlık camların arkasına saklanıyorsun.  Şu güneşten kısılan gözlerin bile öyle kıymetli ki.” Her sabah aynı cümleleri kurardın bıkmadan usanmadan bense hiç dinlemez her gün yeni bir karanlık camın arkasına saklanırdım. Dün ilk defa çıplak gözle baktım güneşe. Her sabah koştuğumuz o yolun bu kadar canlı, bu kadar neşeli olduğunu bilmezdim. Haklıymışsın uzun bir aradan sonra ilk kez derin bir nefes aldığımı hissettim. Gittiğimiz son geziyi hatırlıyor musun? Birlikte Roma’daydık. Ben her şeyi kaydetmeye

Meryem

Resim
“Maalesef kanser tüm organlarınıza yayılmış..” Sonrasını dinlemedim bile doktorum şanslıysam bir iki yıl daha yaşayacağımı söylerken yüzünde hiçbir duygu kırıntısı yoktu, bunu binlerce kez yaptığı belliydi. Ölüyordum! Perde kapanacak, seyirciler dağılacak, figüranlar başkalarının yaşamlarında yeni roller edineceklerdi. Peki ben hiç bu yolcukta gerçek anlamda başrolde olabilmiş miydim? Küçükken bebeklerime kurduğum o senaryolarda her şey güllük gülistanlıktı, o pembe dünyada belki gerçekten başrol olabilirdim. En başta bana çok korkutucu gelen bu gerçek artık o kadar da korkutucu gelmiyordu. Yirmi iki yıldır hiç durmadan koşmuştum, ayağıma yapışan zift parçalarından kurtulmaya çalışken bir yandan da herkesi mutlu etmekle o kadar meşguldümki nefes almayı bile unutmuştum. Ben kimdim? İsmi Meryem olan binlerce kadından ne farkım vardı benim…  Kalabalığın içinde ki o yalnızlıkta debelenip durmuş battıkça dibe batmıştım.  Kuliste oturmuş seyirci karşısına çıkmaya hiç cesaret edeme