Süreyya


Siz beni tanıyorsunuz aslında…

Yanılıyorsunuz.

Siz sadece her sabah ekranda gördüğünüz görüntümü biliyorsunuz. Ben, o değilim. Bu gün bir konuğum yok, size kendi hikâyemi anlatacağım. Yayına hazırlanmadan iki dakika önce öğrendim ki babaannemi kaybetmişim. Siz güler yüzlü olduğuma bakmayın gülerken insan nasıl ağlar çok iyi öğrendim.

Ben Süreyya Koçan. Üç yaşında annesi ve babası tarafından terkedilmiş bir çocuğum. Evet, çocuğum çünkü büyümek için hiç şansım olmadı. Önce ananem ve dedem almış beni yanlarına… Onları hayal meyal hatırlıyorum aslında, onları kaybettiğimde dört yaşındaydım. Artık yavaş yavaş yaşananları fark ediyordum. Ev kalabalıktı insanlar bağıra çağıra ağlıyor birbirlerine sarılıyorlardı. Kimse bana sarılmadı, kimse bana ne olduğunu anlatmadı. Ev kalabalıktı…

Sonra biri elimi tutu, yaklaşık yarım saat öncesine kadar da hiç bırakmadı. Artık ellerimi tutacak kimsem kalmadı. Artık büyümem gerek, büyüyebilmek için anlatmam gerek…

Ben Süreyya Koçan… Hiç kimsenin sevmediği ve istemediği üç yaşında bir çocuğum. Anne babasının sevmediğini kim sevsindi, kim istesindi.  Babaannem istemişti, sevmişti ama ben sevemiyordum. Aynalardan kaçıyordum, yansımamı gördüğüm her an gerçekle yüzleşiyordum. Sevilmeye layık değildim, kara kuru zayıf bir şeydim, kim ne yapsındı beni. Değersiz bir kömür parçasından hiçbir farkım yoktu. İçim biliyordu bir şey vardı. O şey her neyse beni değerli yapabilirse herhangi birinin sevgisine laik olabilirdim. Sonra bir gün televizyonda onu gördüm. Öyle ki bu kadın herkes tarafından seviliyor, önemseniyordu. Anlaşılan önemli biriydi. Ben de onun gibi olmalıydım herkes tarafından bilinmeli ve sevilmeliydim. İşte o zaman annem ve babam yaptıkları hatayı anlayacaklardı, benim sevilmeye ne kadar layık olduğumu göreceklerdi.

Yanıldım…

Ne annem ne de babam hatalarını anlamadı. Ortada bir hata var mıydı, en azından onlar için var mıydı bilemiyorum. Benimse kocaman bir hatam vardı. Sevilme arzum beni öyle insanlara öyle yaşamlara sürükledi ki kim olduğumu unuttum. Anne olmayı veya birinin eşi olmayı hiç istemedim. Korktum aslında sevmekten korktum; çünkü sevdiklerimin hepsi kayıp gitmişti ellerimin arasından.  Sevilecek kadar değerli olmaksa en zoru.  Kendine vermediğin o değeri kimse vermiyor çünkü sana, ben değerliyim demedikçe kimse sana değerli olduğunu söyleyecek cesarete de sahip değil asla. Zaten neden söylesinler ki, kendi değerini bilen insan en tehlikeli insan değil midir?

Fikri vardır, bir amacı vardır. Her şeyden önce yürüyeceği bir yolu vardır. Kim ne yaparsa yapsın onu o yoldan döndüremez artık.  Ben değerliyim diyen insan, bilir çünkü içini görür, içindeki hataları, yaraları ve her şeyiyle kabul eder kendini. Başkasına ihtiyacı yoktur, kendi olmak kendiyle olabilmek yeterlidir.  Hayatında olan insanlarda onun gibidir. Onları görünce hemen anlarsınız çünkü diğerlerinin arasından onları sıyıran bir ışıkları ardır. O ışık onların potansiyellerinin ışığıdır ve asla sönmez kendi değerini bilen ve kendini seven birinin ışığını kim söndürebilir ki zaten.

İşte babaannem böyle biriydi, ışıl ışıldı, küçükken onun herkes tarafından sevilmesini kıskanırdım.  Bir gün o kadar çok ağlıyordum ki artık nefesim kesilmişti.  Beni tam karşısına oturtup neyim olduğunu sormuştu.  “Ben kara kuru bir şeyim, kimse beni sevmiyor benle oynamak istemiyor. Ha şu kara kuru kömür ha ben! Ama sen öyle misin? Herkes seninle gülüyor senin yanında olmak istiyorlar.” Beni yatıştırmak yerine kahkahalar atmıştı bense ağlayan birinin karşında gülmesine bozularak kesmiştim ağlamayı.

“Bu dünyada en çirkin ve en değersiz görünen kömürün içinde bile bir elmas saklıdır. Sen bunu bilmiyor musun yoksa?” Hayretle başımı sallamıştım. Nasıl olabilirdi ki bu, mümkün değildi böyle bir şey,  kömür çok değersiz bir taş barçasıydı. İşaret parmağı kalbimin üzerine dokunurken devam etmişti sözlerine.

“Burada bir elmas saklı ona ortaya çıkarmak senin elinde ya onu ortaya çıkarır ve değerini kendin belirlersin ya da tüm hayatını kara kuru bir kömür parçası olarak geçirmeye devam edersin.”

O zamanlar ne dediğini asla anlayamamıştım.  Oysa şimdi dönüp baktığımda anlıyorum. Televizyonda gördüğüm o kadın, herkes onu sevdiği için orada değildi kendini sevdiği için oradaydı ve parlıyordu. Yıllar sonra onunla tanıştığımda ona sorduğum ilk şey şuydu;

“Herkes tarafından seviliyorsunuz bunu nasıl başardınız.” O da tıpkı babaannem gibi bana kahkahalarla gülmüştü.

“Yanılıyorsun herkes tarafından sevilmiyorum. Zaten bu mümkünde değil ama eğer nasıl bunca yıldır insanları nasıl etkilediğimi sorarsan, kendimi seviyorum ve bu da yetiyor. Kendini sevmek ve potansiyelinin bilincinde olmak zaten ışığını yansıtmanı sağlayacaktır.”

Geride bıraktığım otuz beş yılda benim en iyi öğretmenim babaannemdi. O bana hep ışığımı nasıl bulacağımı anlatmaya çalıştı. Şimdi içimdeki o ışığı yalnız başıma bulmak zorundayım. O, artık yok ve geride miras olarak bana bıraktığı öğretileri var.

Onları paylaşarak ve en çok da yaşayarak onu yaşatabilirim. Henüz yapımcımız dahi bilmiyor ama bence artık bu işi bırakmanın zamanı geldi. Son on yıldır beni her sabah evinize misafir ettiğiniz için teşekkür ederim şimdi artık bambaşka bir yolda yürüyeceğim ve umuyorum ki yakında görüşeceğiz…

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yük veya Ev

Renkler

Kalan