Yük veya Ev




Günlerdir evdeydim. Gerçi  tüm dünya benimle aynı durumdaydı.  Üstelik o kadar uzun süredir neredeyse nefes almayı unutacak kadar çalışıyordum ki; ne yeni çıkan kitapları okumaya fırsat bulabilmiş ne de sinemaya gidebilmiştim. Evde olmak benim için bulunmaz bir nimetti ancak maalesef öyle olmadı. Sürekli gözüme sokulan kaydırmalı linklerden, aynı şeylerin farklı versiyonlarını görmekten de sıkılmıştım. 

Sanki dünyaya bir bomba atılmış yazarlar ve yönetmenler bir hastalığa tutulmuştu. Ne okuduğum ne de izlediğim şeylerde beni tatmin edecek bir son ya da başlangıç vardı.

Üstelik tüm bu saçmalık yetmezmiş gibi bir hafta önce henüz açılmamış kolilerle dolu bir oda bulmuştum. Bu eve taşınalı nerdeyse bir sene belki daha bile fazla olmuştu.  Nasıl fark etmemiştim koca bir odanın açılmamış eşyalarla dolu olduğunu. Başlarda bu durum hoşuma gitmiş kendime bir uğraşı bulduğum için sevinmiştim.


Ancak sonrasında evi içinde eşyalarla birlikte ateşe vermek isteği doğmuştu içimde.  Son koliyi açacağım günü iple çekiyor kullanmadığım bunca şeye yatırım yaptığım için kendime lanet ediyordum. Birinin içinden bile kullanabileceğim bir şey çıkmamıştı. Etiketi üstünde duran kıyafetleri gördükçe onları ne zaman aldığımı hatırlamaya çalışıyordum. Üzerinde kocaman delikler olan bir kazağı elime aldığımda bu iğrenç şeyi neden aldığımı düşünmeden edemedimÜzerinde duran etikete uzandığımda gözleriyuvalarından fırlayacaktı.


“Hay zıkkım! Nerdeyse tüm bir maaşımı bu aptal kazağa yatırmış olamam!”  dedim, kazağı hırsla yere fırlatırken. Bu lanet iş bitmeyecekti, bunun için yeni bir yol bulmam gerekiyordu. Bende kolilerin üzerinde yazanlara bakmaya başladım. Nihayet işe yarar bir tane bulmanın hevesiyle en ufak olanı alıp odadan çıktım. Eski fotoğraflarım ve günlüklerim beni bir süre oyalamaya yetmişti. Bir zamanlar olduğum kişiyi görmek huzursuz etmiş, acı bir tat bırakmıştı. Nihayet günlüğün son sayfasına geldiğim de kendimi bıraktığım o noktaydı keşfetmiştim.


İnsan kendi olmayı nasıl bırakırdı? Nasıl olurdu da bir anda başkası oluverirdi. Neydi beni bu kadar korkutan?  Başarısızlık mı? Sevgisizlik mi? Güvensizlik mi? Yoksa hepsini kapsayan o derin acı mı? Acının esiri olmaktan korkmuştum. Ancak içinden geçerek kendim olabileceğimi unutmuştum. Açıkça söylemek gerekirse kaçmıştım. Önümde duran bir oda dolusu açılmamış kolinin nedeni de buydu. 


Hislerime izin vermemişher seferinde yeni etiketli bir şeylere sahip olarak kendimi uyuşturmuştum. Bir bağımlı gibi etrafına bakmadan başını gökyüzüne çevirmeden, üretmeden yalnızca harcayarak var olmaya çalışmıştım.  Aslıda kendi ihtiyaçlarımı hiçe sayıp, izlediklerimi ve hatta okuduklarımı bile bu uyuşma hali ile seçmiştimGeriye dönüp bakınca elimde bir oda dolusu açılmamış koli ve onların arasında kaybettiğim  kırık dökük benliğim kalmıştı.


“Belki de bu bir işarettir.” dedim kendi kendime, eskiden hayallerimi yazdığım, değişik çizimler yaptığım ve hatta kumaş, dergi, gazete sayfalarını topladığım bir dosya tutardım. Onu bulmayı umut ederek odaya döndüm. Yaklaşık bir saatin sonunda nihayet aradığımı bulmuştum. Mutlulukla deri cildi kaldırdığımda her şey bıraktığım gibiydi. Yaptığım tüm çizimler, tüm hesaplamalarım, renk skalalarım önüme serilmişti. Sevinçten yerimde duramıyordumİşte tam o anda gerçeklerle yüzleştim.


“Peki ama nasıl yapacağım. Hem sermaye gerek hem de zaman…”  gözlerim dolmuştu bu kadar uğraşı boşuna mıydı yani. Yine başladığım yerdeydim. Yavaşça yere çöktüğümde dağınıklığın içinde gözüme ufacık bir kağıt takılmıştı. Uzanıp onu çektiğimde bir maaşıma maal olan delikli kazağın etiketiolduğunu fark ettim.


“İşte yeni bir işaret!” dedim hevesle telefonumu bulmak için odadan çıkarken. Hemen Hande’yi aramalıyım diye düşünüyordum. Beni kurtarsa kurtarsa o kurtarırdı netice ikinci el dükkanı vardı ve bende de bir oda dolusu eşya…


İşte  benim hikayem böyle başladı. Şu an bu konuşmayı yapmak için buraya davet edilmemin sebebi de bu. Herkesin felaket olarak adlandırdığı o sene benim için bir hediye, evet kötü bir seneydi. Evet pek çok insanın hayatına maal oldu. Ancak benim hayatımı kurtardı. Eğer evlere çekilmeseydik, belki de ben hala aynı işte çalışan ve nasıl nefes alındığını unutan biri olacaktım. Yaptığım şey çok basitti elimde ne yapacağımı bilmediğim bir zamanım vardı. Bende niyet ettim, Bana yük olan odayı boşaltmaya niyet ettim, hepsi bu. Benim işaretim yıllar önce yazdığım hatta varlığını unuttuğum eski bir günlükten geldi.  İşaretlerin size nerden geleceğini bilemezsiniz ama ıskalamamak sizin elinizde. 


Şimdi size ıskalamamanız için ufak bir tüyo vereceğim;


Önce tüm dünya için bir felaket bile olsa içinde 

bulunduğunuz o karanlığın içindeki ufacık ışığı bulun. Bulduğunuz ışığı kimi zaman kaydırmalı linklerle kimi zamansa, başaklarının hayatıyla doldurmanızı isteyenler olacaktır, onlara kulak asmayın ve ışığınızı büyütmek için ufacık bir niyet edin. 


Sonrası mı?


Sevin, gülümseyin, şükredin ve en önemlisi inanın.

Buraya gelip beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Umarım buradan çıkarken hepimiz varlığını dahi unuttuğumuz yüklerle dolu odalarımızdan kurtuluruz.


Sevgiyle kaldın!





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Renkler

Kalan