İki Lira


Bu bayramda uzun süredir her bayramda olduğu gibi yalnız uyandım. Eskiden işler böyle yürümezdi. Haftalar öncesinden başlanan bayram temizliğinde ablamla elimize tutuşturulan toz bezinden nefret ederkaytarmanın bir yolunu arar dururduk. Bu telaşımıza kısacık bir ara verildiğinde bize mükâfat gibi gelen bayram alışverişine çıkardık. Ablam her sene aynı kırmızı ayakkabılar için tuttururken ben de masanın altına saklanıp kilolarca Ece çikolatası yiyeceğim sabahı iple çekerdim. 


Bayram sabahı babam; Bu gün bayram şarkısını söyleyerek ablamla beni uyandırmak için sabahın en erken saatinde jilet gibi takım elbisesiyle girerdi odamıza.


“Baba ne olur beş dakika daha.” yalvarışlarımızın sonu gelmek bilmez, annem odaya gelmeden kalkmanın o sıcacık yatakları bırakmanın yolunu arar dururduk. Nihayetinde bunu beceremediğimizden annem odaya girdiği anda zıpkın gibi dikilmiş olurduk yatakta. Babam bu halimize gülerken annem yalandan olan öfkesini yüzünden siler her bayram yaptığı gibi bize birer çikolata verirdi.


“Hadi bakalım kalkın artık. Çikolatayla başlayın güne ki hem uykunuz açılsın hem de gününüz tatlı başlasın.” derdi. Sonrası malum... Ablamla tuvalete koşuşlarımızın yarışa dönüşmesi ve ablamın her sene galibiyeti elinde tutuşuyla başlayan bayram, babaannem ve dedemin evinde yaptığınız kocaman büyük kahvaltı sofrasında devam ederdi.


“Şu domatesleri uzatın bakayım bana.” diyen dedemin gür sesi kulaklarımda hala. Domatesi çok seven ben, hep dedemin yanında oturmanın bir yolunu bulurdum. Dede torun birbirimize torpil geçer en güzel domatesleri birbirimiz için seçerdik.  Gülünce kısılan gözleri ve şen kahkahası arasında “Yapma yav!” deyişi bayramların en güzel kısmıydı benim için. Karizmatik dedem diye severdik biz onu. Ablamın da benimde ilk aşkımızdı. En çok beni seviyor yarışları yapardık aramızda. Babaannemin yaptığı poğaçaları yerken bu tartışmayı yapmak en büyük keyfimiz haline gelmişti. Sıra harçlık kısmına geldiğinde en çok ablamgülerdim.  Sanki aramızda dört yaş yokmuş gibi elini uzatır; “Öp bakayım ablanın elini.” der, her bayram elini öptüğümde cebinden çıkarıp iki lira koyardı avucuma sonrada yavaşça kulağıma eğilip; “Haftalıktan bu kadar artıra bildim.” derdi mahcup mahcup. Ben de ona kocaman sarılıp yanaklarına bitmeyen öpücüklerimi kondururum.


Sanrım eskiden darılmanın anlamı bu günlerdekinden farklıydı. Kahvaltı masası toplandıktan sonra babaannem gelinleriyle mutfağa çekilip kahvesinin yanına bir sigara yakar annemlerle dedikodu kazanı kaynatırdı. Babam ya da amcam es kaza mutfağa gelip de konuşulanları duyduklarında;“Bayram sabahı dedikodu yapmayın bari.” Dediklerinde babaannem istifini hiç bozmadan


“Benim doğurduklarım bana konuşuyor.” der sustururdu ikisinde. Babam veya amcam mutfaktan çıkarken sessizce Has bin Allah!” çekerken, babaannem ve gelinlerinin yüzünde muzip bir gülüş belirirdi. Dedem içerden 


“Nazlı!” diye seslendiğinde kahveler çoktan bitmiş olur bütün aile yeniden salonda buluşurdu.


Ananeme gitmek için arabaya bindiğimizde ablamla renk tutar o renkteki arabaları saymaya başlardık. En çok kim sayarsa en çok Ece çikolatasını o yiyecek diye anlaşırdık. Ablam da yense ben de yensem yine en çok ben yerdim o çikolatadan.

Ananem yedi kardeşin en büyüğüydü. Tüm aile onun evinde toplanır herkes orada bayramlaşırdı.  Gelen misafire çikolata dağıtma görevini üstlenmek için en küçük teyzemin peşinde dolaşır sonunda işi kapardım.   Üç teyzemin üçü de işlere koşuştururken, ben bir yandan Ece çikolataların saklandığı yeri keşfe çıkar bir yandan da dayımın gelmesini dört gözle beklerdim. Her kapı çalışına dayım geldi diye koşargelen dayım değilse hüzünlenir moralim yerine gelsin diye çikolata arardım. Ananem dudaklarını bükerek bana yalandan kızar sonra dayanamayıp asıl yerini gösterirdi. 

 

Nihayet dayım geldiğinde sofralar kurulur, ailenin eküçük torunu olamam şerefine dayımın hazırladığı ekmek arasıyla yapardım sofranın açılışını.  Yemekten sonra sıra tatlı servisine geldiğindegelen her misafire çikolata dağıtır, olur da iki tane alan olursa kinlenirdim. Tabi bu onlara asıl tatlılar dağıtılana kadar sürer onlar ananemin elleri ile yaptığı muska tatlısına gömülüp koyu bir sohbete daldıklarında ben çoktan bir kutu Ece çikolatasıyla salon masasının altındaki yerime geçmiş olurdum. Günün sonunda evde çikolata kalmaz, herkes misafire ikram edilecek çikolata bulmanın peşine düşerben de yediğim kilolarca çikolatanın etkisiyle kaşınır dururdumİstisnasız her bayram yaşanırdı bu durum. 


Sonra ben de herkes gibi büyüdüm. Ablam evlendi ve dedem gitti.  Artık hiçbir bayram eskisi gibi değildiyordum birkaç yıl öncesine kadar. Ne zaman ki yeğenim; 


“Teyze ananemin aldığı çikolatalar nerede?” diyene kadar. Ablam tüm hamileliği boyunca tatlıdan kaçmıştı, her tatlı yediğinde midesi bulanmış:


 “Erkek çocuğu işte tatlı sevmiyor.” diye hayıflanıp durmuştu. Ne var ki o zamanlar geçmiş ufaklık büyümüş teyzesi gibi bir canavara dönüşmüştü.


Çalan telefonumun sesiyle artık o günlerde olmadığımı bu güne dönmem gerektiğini hatırladım.


“Alo.”


“Hazırsan arayacağız.” diyor ablam telefonun diğer ucundan.


“Arayın. Bende sizi bekliyordum.” diyorum heyecanla. Sonra telefonu kapatıyoruz ve görüntülü arama için geçiyorum bilgisayarın başına. Eskiden farklı olan bir şey daha var artık...o büyük kahvaltı masası bizim evde kuruluyor. Ekranın bir köşesinde teyzelerim bir köşesinde babaannem ve ananem tam ortadaysa bizimkiler beliriyor. Bizim ufaklık her zamanki gibi tam ortada duruyor.


“Teyze çikolataların yerini kimse söylemiyor sen olmayınca.” diye dert yanıyor bana, çikolataların yerini söylediğimde annemin yüzündeananemin ben çocukken bana baktığı aynı ifadeyi yakalıyorum.


“İki liranı ayırdım.” diyor ablam. Gülümsüyorum. Bazı şeylerin asla değişmeyeceğini biliyorum artık... Ne kadar uzaktane kadar yalnız olursam olayım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yük veya Ev

Renkler

Kalan