Kayıtlar

Boşluk

Resim
Yataktan çıkmak  istemediğimiz günler olur. Hiçbir şey yapmak gelmez içinden, uyumak istersin ,  bu dünyadan kaçmak  hatta kendini  kapatmak istersin.  Sonra dönüp baktığında fark edersin onu, içindedir .   Ö ylece sessizce seni bekliyordur. Korkarsın ondan kaçmak istersin ama bir gün mutlaka yüzleşmek z orunda olduğunu bilirsin. Ne zaman dır ordadır? Neden oradadır? Tüm bu soruların cevabını bilirsin ,  bilmediğin tek şey o boşluğu nasıl dolduracağındır. Sonra hiçbir şey olmamış içine hiç dönmemiş gibi çıkarsın o yataktan yeni bir güne uyanır gibi kalkarsın, kollarını açar gerinir yüzünde ki en sahici gülümsemeyle kandırmaya çalışırsın kendini.  Aynadaki yansıman en büyük aldatıcın olur, geçti dersin .   T a mam işte ,  doldurdum o boşluğu ama işte tam da o anda dikkatini çeker gözlerindeki boş bakışlar.  Gitmediğinin ,  senin kendini kandırdığının en büyük kanıtı ile yüz yüze gelirsin .   A rtık dönüşü yoktur ya o boşluğu dolduracaksındır ya   da o boşlukta kaybolacaksındır. Aslında

Merde

Resim
Kafenin kapısının açılmasıyla soğuk havadan ürpererek kahvemden bir yudum aldım. İçeri giren dört kadın da çok şık ve bakımlılardı, tam karşımdaki masaya otururlarken ellerinde “Dört Çarpı Otuz Eşittir Sıfır” isimli yeni yazdığım kitabı gördüğümde bende kitabımın arkasına gizlenip onları izlemeye koyuldum.   Bir zamanlar bende onlardan biriydim... Altı ay kadar önceydi. Her zamanki gibi yine erken gelmiştim, ajandamı kurcalarken bir yandan da ufak ufak notlar alıyordum. Yoğun bir gün olacaktı kızlarla kahvaltıyı hızlıca aradan çıkartıp editörümün verdiği notları inceleyip düzeltmeleri halletmeliydim. Telefonuma gelen bildirimle işle ilgili her şeyi bir kenara bırakıp İnstagram yorumlarıma cevap yazıp beğenililerimi kontrol ediyorum.   Hayat resmen burada yaşanıyor, gerçek hayatın pekte gerçekliği kalmamıştı. Kızlar masaya kurulup İnstagram profillerini güncellerken ben de ajandamda son kontrollerimi yapıyorum. “Cansın’cığım hala mı ajanda kullanıyorsun, telefonunu kullanmasana aj

Seni Özledim

Resim
Birinin elini tutmak hiç bırakmayacağımız anlamına gelir mi? Peki, ya bir kez bıraktıysak… Yeniden o eli tutmak mümkün olur mu? Onu ilk gördüğümde on yedi yaşındaydım. Okulun haylaz ve yakışıklı çocuğuydum. Pek çok kız arkadaşım olmuştu. Basket takımının kaptanı olmakta popülaritemi arttırmıştı. Sahip olduğum ve üstüme yapışmış pek çok etiketim vardı. Yüzüne düşen kumral kâkülleri takip eden saçlarını kırmızı bir kurdele ile süslemişti. Üzerinde çilek desenli pileli beyaz bir elbise vardı. Yan flütünden çıkardığı her bir nota üzerime yapışan etiketleri birer birer söküp atarken ruhumun derinliklerine ufak izler bırakmıştı. Seyircisine selam verdiğinde insanları iterek sahneye doğru koşmaya başlamıştım.   Karşısında bir anda beni görünce şaşkınlıktan kocaman açılmış bal rengi gözleri ile bana bakmıştı. “Merhaba…”   Kendime ufak bir soluklanma molası verirken kafamda kulağa aptalca gelmeyeceğini düşündüğüm etkileyici o ilk cümleyi arıyordum. Elini bana doğru uzatırken,   gözleri gülümsem

Can’a

Resim
Can; Bakmakla görmek arasındaki derin uçurumu bana sen öğretmiştin, beni körlüğümden kurtaran sendin tıpkı yaşama arzusunu içime akıttığın gibi görmeyi de sen öğretmiştin. Ben vazgeçmenin bir şeye sahip olabilme gücünü yeni keşfediyordum o günlerde kim bilir belki bende sana bunu öğretmişimdir, bizden vazgeçerken tereddüt etmeme nedenin buydu belki de… Her neyse… Sabahları koşarken taktığım güneş gözlüklerine bakar  yüzünü ekşitirdin; “Doğayı hissetmek yerine şu karanlık camların arkasına saklanıyorsun.  Şu güneşten kısılan gözlerin bile öyle kıymetli ki.” Her sabah aynı cümleleri kurardın bıkmadan usanmadan bense hiç dinlemez her gün yeni bir karanlık camın arkasına saklanırdım. Dün ilk defa çıplak gözle baktım güneşe. Her sabah koştuğumuz o yolun bu kadar canlı, bu kadar neşeli olduğunu bilmezdim. Haklıymışsın uzun bir aradan sonra ilk kez derin bir nefes aldığımı hissettim. Gittiğimiz son geziyi hatırlıyor musun? Birlikte Roma’daydık. Ben her şeyi kaydetmeye

Meryem

Resim
“Maalesef kanser tüm organlarınıza yayılmış..” Sonrasını dinlemedim bile doktorum şanslıysam bir iki yıl daha yaşayacağımı söylerken yüzünde hiçbir duygu kırıntısı yoktu, bunu binlerce kez yaptığı belliydi. Ölüyordum! Perde kapanacak, seyirciler dağılacak, figüranlar başkalarının yaşamlarında yeni roller edineceklerdi. Peki ben hiç bu yolcukta gerçek anlamda başrolde olabilmiş miydim? Küçükken bebeklerime kurduğum o senaryolarda her şey güllük gülistanlıktı, o pembe dünyada belki gerçekten başrol olabilirdim. En başta bana çok korkutucu gelen bu gerçek artık o kadar da korkutucu gelmiyordu. Yirmi iki yıldır hiç durmadan koşmuştum, ayağıma yapışan zift parçalarından kurtulmaya çalışken bir yandan da herkesi mutlu etmekle o kadar meşguldümki nefes almayı bile unutmuştum. Ben kimdim? İsmi Meryem olan binlerce kadından ne farkım vardı benim…  Kalabalığın içinde ki o yalnızlıkta debelenip durmuş battıkça dibe batmıştım.  Kuliste oturmuş seyirci karşısına çıkmaya hiç cesaret edeme

Hayalet

Resim
Bu eve gelin geldiği ilk anı hatırlıyordu. Çocuklarının doğumunu da... Ama sonrası kocaman bir sis bulutunun arkasındaydı sanki. Ulaşmaya, o anılara tutunmaya çalışıyor ama başaramıyordu. Bir zamanlar yalının merdivenlerinden inerken cıvıl cıvıl olan bu evin şimdi ürkütücü bir sessizliğe sahip olması canını sıkıyordu. Bir çok şeyi unutmuştu belki ama merdivenlerin tepesinden yükselen çocuk kahkahaları hala kulağındaydı. Yaşına göre herkes iyi durumda  olduğunu söylese de o gerçeği biliyordu. Herkes onun göçüp gitmesini bekliyordu dört gözle. Geride bırakacağı miras şimdiden herkesin ağzının sularını akıtıyordu. Altın varaklı aynanın önünde durduğunda zevkle gülümsedi. “Asıl komik olan ne biliyor musun ihtiyar?” Bir kahkaha attı. “Tabi biliyorsun az değilsin sen, gençken de böyleydin, hoş bedenin küflense de ruhun dipdiri.” kendine sus işareti yaparken kıkırdamaya devam etti. Pembe ceketini düzeltirken bembeyaz olan saçlarını da hafifçe kabarttı. Salondaki büyük yemek masası

Asya

Resim
Bu defteri en son elime aldığımda ne kadar da umutsuz ve kendime uzakmışım! “İnanırsan yaparsın diyorlar. Oysa benim ne inanacak ne de savaşacak gücüm kaldı artık. Yorgunum…  Bu yolculukta ki tek amacım yalnızca çalışmak ve başarılı olmak olmamalı. Hem zaten başarı dediğimiz şey nedir ki?” Doğruları yazmışım aslında, öyle hissediyordum en nihayetinde. Şimdi geriye dönüp baktığımda yaptığım hataların beni ben yapmaya giden birer basamak olduğunu anlıyorum. İnsan o basamakları dizmedikçe, yürüyeceği yollara kendi elleriyle taşları döşemedikçe kayboluyor,bulmak için çırpındıkça ziftle kaplanıyormuş. En zoru da o zift parçalarını üzerinden söküp atmaya çalıştıkça daha derinde açtığı yarları kapatmak için giriştiği boş mücadeleden daha fazla hasar ile çıkıyor oluşuymuş. Oysa şimdi geriye dönüp baktığımda herkesin parmakla gösterdiği biricik hatalarım, hata değil de, nefes almak için açtığım pencerelerimmiş.  Sevmediğim bir işe ömrümü adayışım kendimi feda edişim ne kadar boş b